26 Ağustos 2010 Perşembe

“Evden nasıl iş yapılır, nasıl para kazanılır?”

Internet, işimize dair bilgi ve belge yönetimini, her yerden yapılabilir hale getirmiştir, ek olarak çok daha fazla bilgiyi de kaynak olarak önümüze sunmuştur. 2025 yılında, beyin gücüyle yapılan işlere sahip olanların %40’ının evlerinden işlerini yürütecekleri öngörülüyor. %40 çok ciddi bir rakam, zihinsel işlerde çalışan kesimin neredeyse yarıya yakını… Buradan anlaşılan en önemli şey şu; evden de gayet güzel iş yapılabilir ve para kazanılabilir.
 “Evden nasıl iş yapılır, nasıl para kazanılır?” Google’da en çok aranan cümlelerden biridir bu ve sonrasında önünüze binlerce seçenek sunulur, çoğu da şirket reklamlarıdır. Ama aramalar devam eder, çünkü mevcut bilgiler çok da yeterli gelmez ya da kendini tam anlatamaz. Her şey bu kadar kolay olsa sokaklarda işsiz kalmaz, herkes evinden tıkır tıkır parasını kazanır.
 Demek ki burada gözden kaçırılan bazı şeyler var, neler olabilir? Beyin gücüyle yapılan ve zihinsel işler dediğimiz alan, o kadar da basit değildir. Donanımsız ve organize olmamış bir beyinden sistemli iş çıkmaz. Ruh haliniz  yaptığınız işe uygun olmalı, iş ortamınız da ruh halinizi iş için uygun düzeye getirmelidir, aksi takdirde “çuvallarsınız”. Gerçekçi olmak, “bir zarara yatırım yapmaktan” daha iyidir.
Evden çalışmak istediğinizde düşünmeniz ve çözmeniz gereken çok şey vardır. Çünkü yapmayı planladığınız işin tüm aşamalarını siz gerçekleştirmek zorundasınızdır.  Şirketinizin sekreteri, satın almacısı, fotokopicisi, çaycısı, satış ve müşteri temsilcisi, pazarlamacısı, iş geliştirmecisi, halkla ilişkiler ve reklamcısı, web tasarımcısı,  getir-götürcüsü, fatura ödeyicisi, temizlikçisi, kapıcısı siz olursunuz. Hele ki ailenizle birlikte yaşıyorsanız, bu görevlere başkaları da ani şekillerde dahil olabilir ve eliniz ayağınız birbirine karışabilir. İş yapamaz hale gelebilirsiniz. Bir de yapmanız, hem de iyi yapmanız gereken ana işiniz vardı değil mi?
Evden yapılan işleri, ev ahalisinin daha önce böyle bir deneyimi ya da gözlemi yoksa,  normal bir iş olarak algılamasını sağlamak ve evde kuracağınız düzene yardımcı olmalarını sağlamak  pek de kolay değildir. Burada iki önemli faktör önemlidir: Birincisi zor olandır; önce bir süre bir derviş gibi sabırlı davranarak bu şekilde para kazanılabileceğini bizzat kanıtlamanız gerekir. İkincisi ise; o kazandığınızın belirlediğiniz bir kısmını ev gelirine aktarmak ve kazanmaya devam ettikçe daha fazlasını eve aktaracağınızı belirtmektir. Ve madem gerçeklerden devam ediyoruz, ev ahalisine bundan çıkarlarını anlatmanız onların hoşuna gidebilir ve algılarını değiştirmeye başlayabilir.  Yapmaları gereken, sadece ev içinde işinize gösterecekleri saygı ve destek olup da karşılığında bir kazançları olacağını düşündüklerinde, evden çalışma ile ilgili düşünceleri ve davranışlarının daha olumlu olması oranı yükselecektir. Bunu iş dünyasında Kazan-Kazan felsefesinin (piyasada “sen beni gör ben de seni göreyim” deyimi gibi ), evdeki iş ortamına uygulanması olarak da düşünebilirsiniz. İyi bir satış temsilcisi olmaktan bahsetmiştim, ev ahalisini ikna ederken aynı zamanda bir nevi kendi işinizi ilk kez evden satmış oluyorsunuz, belki de en zorunu başarmış…


Daha sonrası sıkı bir “zaman yönetimi” gerektirir, bu kadar işi siz yapacağınız için başarılı bir zaman cambazı olmalısınız aynı zamanda, piyasada tutunanların çoğu zamanı iyi kullananlardır. Bunda zorlanıyorsanız “Zaman Yönetimi” ile ilgili kitapçılarda bir sürü kitap bulabilirsiniz, bunlardan birini alıp zamanınıza hakim olmaya başlayabilirsiniz.
Beyin gücüyle iş yapmayı planlayan birine “kişisel gelişim”in ne kadar önemli olduğundan bahsetmeme gerek olmamasını tercih ederim, ama yine de tedbiri elden bırakmayayım. Olabildiğince çok kaynaktan faydalanmak, yani “okumak, bol bol okumak ve yine okumak”. Burada da yine iki faktör çok önemli: İlki; işinde iyiler arasına girme niyetiniz varsa, yabancı dildeki kaynaklara ulaşabilmeniz ve faydalanabilmeniz için İngilizce’yi ne yapıp edip öğrenmek zorundasınız. Bundan kaçışınız yok, korkmayın ve saklanmaya çalışmayın, bahaneler sıralamayın, onun yerine ileriye doğru bir adım atın. İnternet’te bununla ilgili ücretsiz hizmet veren çok kaynak var, size lazım olan ise disiplin ve pes etmemek, azimle devam etmektir. Hedeflerinizi düşünmeniz, odaklanmanızı kolaylaştırır. İkincisi; Her zaman belirttiğim gibi, zaman sadece bilgi değil, hız dünyası, aynı bilgiye çok kişi sahip olabilir ama en hızlı olan öne geçer. Hızlı okumayı öğrenin. Ben bu konuda, Muhsin Kadıoğlu’nun Çok Hızlı Okuma Teknikleri kitabından epey faydalandım, tavsiye edebilirim.
Ve tüm bunları yaparken, işinizi tanıtmak açısından bir de sosyal olmanız gerekir. İnternet üzerinden çalışanlar için Sosyal Medya araçları bulunmaz bir nimet, ama aynı zamanda müthiş bir zaman hırsızı. Sosyal Medya araçlarındaki hesaplarınızı doğru konumlandırmanız size hem iş, hem sosyalleşme hem de zaman kazanma alanında çok şey katar. Sosyal Medya ile ilgili araştırmaları takip etmenizin bu konuda size epey fayda sağlayacağını söyleyebilirim.
Onca işle uğraşmak zorunda kaldığınızı düşünerek, baş etmekte zorlanıyorsanız, işinizi kolaylaştırma yolunda size şöyle bir yöntem önerebilirim: Evden çalışanlar arasında iş bölümü. Evden çalışanlar olarak birbirinizle iletişime geçin. Evden iş yapan herkes tam zamanlı çalışmıyor olabilir, yarı zamanlı (part-time) olarak çalışanlar varsa onlara aranızda anlaşacağınız uygun meblağlara iş aktarabilirsininiz. Böylece size asıl para getirecek olan ana işinize daha fazla odaklanabilir ve zamanınızı daha verimli yönetebilirsiniz.

24 Ağustos 2010 Salı

Türkiye'nin Mantar Zenginliği

Türkiye'nin en büyük problemlerinden birisi olan işsizliğin yanı sıra çalışanların da bir çoğu düşük gelirden şikayetçi. Böyle bir durumda ek gelire sahip olabilmek çok büyük bir avantaj. Örneğin ek iş anlamında pek de fazla alternatifi olmayan kırsal kesimlerde yaşayanlar ve zamanı bol olanlar için günde 150-200 lira gelir elde edebilmeleri mümkün. Bu geliri sağlayabilecekleri iş ise mantar. Tabii ki çok dikkatli olmak gerekiyor.


Herkes küçük bir bilgi ile doğru mantarı doğru yerde bulabilir ve bunu paraya dönüştürebilir. Üstelik Türkiye'nin mantar anlamında dünyanın en değerli mantarlarına sahip olduğunu da hatırlatmakta fayda var. Örneğin İstanbul'un göbeğindeki Belgrad ormanlarında çok çeşitli mantarların yanı sıra dünyanın en değerli mantarları bulunuyor. Türkiye'nin mantar konusunda sayılı uzmanlardan birisi olan aynı zamanda İsviçre'den diplomalı mantar bilimcisi (Mikolog) Jilber Barutçiyan Türkiye'de mantar ile ilgili eğitim verenlerin başında geliyor. Barutçiyan ile mantar eğitimleri ve mantar da dikkat edilmesi gerekenler üzerine konuştuk.
 
-Mantar ile ilgili eğitimlerinizin içeriği nedir?
Eğitimlerde katılanlara öncelikle bazı teorik bilgiler veriyoruz. Bu teorik eğitimler 1-2 seans yani aşağı yukarı 2-3 saat sürüyor. Ondan sonrası en keyifli kısım olan uygulama kısmı. Eğitimi ve bilgisi olmayan hiç kimsenin mantar toplamaması, yememesi gerekiyor. Mantarların hepsinin yeri geldiğinde ölümcül olabileceğini unutmamak gerekiyor. Ben bu konuda isteyenleri bilinçlendirmeye çalışıyorum. Mantar işine girmeden önce kesinlikle bilgi sahibi olmak ve mantarları çok iyi tannımak gerekiyor.
-Uygulama kısmında neler yapıyorsunuz?
Genellikle İstanbul’daki eğitimlerimde mantar cenneti olan Belgrad ormanlarına çıkıyoruz. Orada herkes özgür oluyor. Bazıları gruplar halinde bazıları tek başına dağılıp bulduğu mantarları topluyor. Tekrar toplandıktan sonra herkesin topladığı mantarları kurduğumuz tezgah üzerinde sergiliyoruz. Bu aşamada bütün toplanan mantarları tek tek inceliyoruz. Böylece hem daha verimli hem de daha eğlenceli bir eğitim geçiriyoruz.

- Eğitimler ne kadar sürüyor? Ne kadar zaman sonra kişiler tek başına mantar toplayabilecek hale geliyor?
Kişiler benimle birlikte 2-3 eğitime katıldıktan sonra  hangi mantarların değerli olduğu, nerede ve ne zaman bulunabilecekleri konusunda bilgiye sahip olabiliyorlar. Fakat kişiler mantar topladıkça, tecrübe ettikçe, değerli mantarlara nasıl ulaşabileceğini öğreniyor. Eğitimlerden sonrası kişinin kendisini yetiştirmesi ile ilgili oluyor.

- Eğitimin maliyeti ne kadar oluyor?
Ben o konu ile ilgili bir acente ile anlaşıyorum. Katılmak isteyenler oraya başvuruyorlar. Eğitimlerim bir doğa yürüyüşü konseptinde olduğu için bir seyahat acentesi ücretleri belirliyor ve organizasyonu da yapıyorlar. Ama fiyatlar çok da büyük rakamlar değil.
- Sizden eğitim alıp da para kazanmaya başlayanlar var mı?
Şile'de kömür ocaklarında çalışan işçilere eğitim vermiştik. Eğitimlerden sonra işçiler  o yörede bolca bulunan Porçini mantarlarını toplayabilecek düzeye geldiler.
- Para kazanabiliyorlar mı?
Günde 5-6 kilo toplayan birisi ortalama 100 lira gelir elde edebiliyor. Bazı dönemler de Porçini mantarının kilosu 50-60 TL’ye kadar yükseliyor. Yani kişiler bir ayda yaklaşık 1500 TL civarında ek gelir sağlayabilirler.

- En çok toplanan değerli mantar hangisi ve ne kadar ediyor bu mantarlar?Kuzugöbeğinden bir günde en fazla 5 kilo toplanabilir. Bir kişinin 3 kilo topladığını varsaysak bile kilosu 20 liradan günde 60 lira kazanç eder.  Bu durumda bir kişinin kazancıyla bir eve ayda 1800 lira giriyor demektir.  Hatta bazı dönemlerde kuzugöbeğinin fiyatı bazı dönemlerde 60 liraya kadar çıkıyor.

- En çok kim topluyor mantarı Türkiye’de?

Mantar toplama işini daha çok dağ ve orman köylüleri yapıyor. Zaten pek fazla seçenekleri de yok. Tarım ve hayvancılık yapamıyorlar. Odunculuk yapıyorlar en fazla. Mantar onlar için önemli bir geçim kapısı durumunda.

“İNEKLER BİLE YEMİYOR BUNU”

- Köylüler topladığı mantarı ne kadar tanıyor biliyor?
Türkiye’de bazı mantarların önemi, değeri anlaşılmış değil. Hatta bazı bölgelerde en değerli mantarların üzerine basıp geçiyorlar. Mesela Porçini buna en güzel örnek. Biz Porçini mantarını İtalya’ya yolluyoruz. İtalyanlar kurutuyorlar ve Türkiye de dahil olmak üzere bir çok ülkeye İtalyan Porçini mantarı diye satıyorlar. Örneğin o Porçiniyi Karadeniz Bölgesi’nde halkımız hayatta yemezler. O yörede ‘Ayı Mantar’ı derler o bu türe. Hatta “İnekler bile yemiyor bunu sakın yemeyin” derler.

- Ülkemizde yetiştirebilen kaç tür mantar var?
Yetiştirilebilen mantar türü sayısı çok az olsa da yinede Türkiye’de mantar yetiştirenler var. Genel olarak en değerli mantarlar yetiştirilemiyor. Yetiştirilen mantarlar doğada da kendiliğinden var olan çok kolay bulabileceğimiz kültür mantarları. Mantarların üretimi ve yabancı mantarların ithalatı Tarım ve Köy İşlerinin izni ile yapılıyor Fakat bunların kontrolünü yapabilecek kişi sayısı çok az.

KİLOSU 10 BİN LİRAYA MANTARTrüf Mantarı:  Dünyan en meşhur mantarı Trüf mantarıdır. Cenevre de kilosu 10 bin liradan satılıyor. New York Paris Abu Dabi gibi tüm lüks  dünya mutfaklarına gidiyor. Toprağın 50 cm altında yetiştiği için bulunması çok zor. Sadece özel yetiştirilmiş domuz veya köpekler ile bulunabiliyor. Türkiye’de bolca bulunduğu tahmin ediliyor.

- Türkiye’de hangi yörelerimiz mantar açısından daha zengin?
Türkiye’nin her yerinde mantar mevcut Adana’dan başlayan bir kuzu göbeği dalgası var. Adana’dan sahil şeridi boyunca Fethiye Çanakkale boyunca bu yörelerde bolca mantar bulunuyor. Kastamonu taraflarında da çok verimlidir. Saros körfezi civarı. Genelde ilk baharda çıkan bir tür ve iyi para eder. Son baharda da Porçini çok yoğun olur. Fakat Porçini iyi para etmesine karşın kötü toplanması verimliliğini biraz düşürüyor
- Üretim veya toplama anlamında dünyadaki durum nasıl olarak?
Avrupa bize göre çok daha organize olmasına karşın Polonya ve Rusya’da falan bizimkinden daha da vahim bir durum var.

- Mantar hangi sektörlerde daha çok kullanılıyor?

Piyasadaki mantarların neredeyse tamamı gıda sektöründe kullanılıyor. Özellikle ilaç sektöründe kullanıldığı sanılıyor. Hiçbir mantardan ilaç yapılması söz konusu değildir. Mantarlardan yola çıkıp zamanında ilaç yapılmış fakat artık bunun için mantar toplanmıyor. Laboratuar ortamları bunu için yeterli.
- Türkiye’de mantar ticareti nasıl yapılıyor?

Türkiye’de mantar konusunda şirket mantığı yok. Anadolu’da köylülerin yayladan, ormandan topladığı mantarları genelde köyün bakkalı veya muhtar toplar. Daha sonra bu mantarlar bir tüccara satılır. Kendi aralarında doğal bir borsa mekanizması ile fiyat belirlenir.

- Türkiye’de mantar tüketimi ne düzeyde bulunuyor
Elimde net rakamlar yok ama Avrupa’ya göre neredeyse hiç mantar tüketmiyoruz diyebiliriz. En iyi mantarları biz tüketmeyip Avrupa’ya satıyoruz. Avrupalının tüketmediği mantarı biz kendimize saklıyoruz. Hijyenik olmayan koşullardaki mantarlar satılıyor Anadolu’da köy pazarlarında. Ben Anadolu’da tezgahta öldürücü mantar satıldığını gördüm. Hem mantar türü hem de zamanı geçtiği için zehirleyici olan mantarlar satılıyor.

HİÇ BİR MANTAR 12 SAATTEN ÖNCE ÖLDÜRMEZ
- Mantarlarla ilgili yanlış bilinen şeyler neler?
Bilinmesi gereken en önemli konu öldürücü mantarlar dahi 12-14 saatten önce öldürmüyor. Ayrıca bazı mantarlar öldürücü olmasa da zehirli olabiliyor.  Her sene iki kilo yenilen bir mantar 10 yıl sonra kişinin böbreklerini iflas ettirebilir. Fakat zamanı geçmiş mantarlardan oluşan zehirlenmeler etkisini 1-2 saat içerisinde gösterir.

- Peki mantarlar insanları nasıl öldürüyor?
Mantarların içersinde yüzlerce çeşit toksin var. Kimisi sinir sistemine, kimisi mideye kimisi bağırsaklara, kimisi böbreklere saldırır. Fakat öldürücü mantarlar ağırlıklı olarak karaciğer ve böbrektir.
- Her gördüğümüz şeyi yemediğimize göre…
Benim anlamadığım bir şeyde her türlü şeyi yemiyoruz. Balığın en tazesi için kavga ederiz. Gideriz Şile’den balık alırız. Karpuzun kesmecesini alırız, domates için pazarcıyla kavga eder seçmece alırız. Mantarda nedense her bulunan mantarı yemeye çalışıyoruz. 

HERKES MANTARDAN KORKMALI, EĞİTİM OLMADAN TOPLANMAMALI


Bence herkes mantardan korkmalı. Türkiye’de ve dünyada insanlar bilinçsizce mantar yemekten çatır çatır ölüyor. Ne olursa olsun bilmediğin şeyi yemeyeceksin. Her türlü bitkiyi toplayıp yiyor muyuz?
Mantarlar zehirli zehirsiz diye ikiye ayrılmaz. Öldürücü-zehirli-yenen-yenmeyen. Öldürücülerin hepsi doğal olarak zehirlidir. Bir sürü zehirli mantarda var öldürmüyor Mideniz bozuluyor, daha sık tuvalete gidiyor bunlar zehirlenme belirtileri.
 DİKKAT!! ŞEHİR PAZARINDAN ZEHİRLİ MANTAR SATIN ALDIM
Pazarlarda öyle koşullarda mantar satılıyor ki o şekilde normal bir meyve bile alınamaz. Öldüren mantarı ben şehir pazarından satın aldım. Hala bu mantarlar satılıyor. O satılan mantarı çiğ yersen kesin ölürsün. Pişirseniz dahi bu kez de çıkan buhar zehirlidir. Birde pazarlardaki muhafaza koşulları çok kötü. Mantarlar kesinlikle poşetlerde muhafaza edilmemeli. Hasır sepetlerde muhafaza edilmeleri gerek.

İstanbul Da Her Ev Bir Fabrika

İstanbul'da sanayi kenar mahallelere taştı. Her sokakta ayrı bir yapılıyor. 

 Esenler tekstil ürünlerinin iplerini temizlerken,

Zeytinburnu, mandal yayı takmakta ustalaştı.

Vefa, kıyafetlere marka basma ini kimseye kaptırmıyor.

EMETİ SARUHAN

Ara sokaklara girdiğinizde karşılaşırsınız onlarla. Kimi zaman her evin önünde bir iki kişi, kimi zaman sokak boyunca, yan yana oturmuş onlarcası. Yanlarında ilk bakışta ne olduğunu anlayamadığınız bir yığın, elleri devamlı leyen, bir taraftan sohbet eden kadınlar ve kenarda oynayan çocukları. Ne yaptıklarını kestiremediğinizden, kafanızda bir soru işaretiyle geçersiniz yanlarından. Söyleyelim, onlar “Ev Eksenli Çalışan Kadınlar”. Ülkemizin bacasız sanayisi (yoksa o terim turizm için mi kullanılıyordu), kayıt dışı ekonomisi (bu da olmadı), leyen kınalı elleri (bu oldu galiba).


Sanayimiz evlere taşınıyor
Bazı günler sokağımıza bir kamyonet geliyor. Komşularım evlerinden çıkarak, ellerinde bazen çuval, bazen kasalarla kamyonetin yanına gidiyorlar. Anlıyorum ki yaptıkları işi teslim etme, yeni iş alma vakti. Bir somun ve bir vidanın birleştirilmesinden ibaret olan işlerini teslim edip, yeni çuvallar, yeni kasalar alıyorlar. Ama bu benim sokağıma, mahalleme has bir görüntü değil. Şimdi İstanbul'un her köşesinde, her sokağında ayrı bir yapılıyor. Öyle ki, sanayimiz fabrikalardan sokak aralarına taşındı desek başımız ağrımaz. Kış mevsiminde evlerde sessiz sedasız sürüp giden bu hummalı çalışma, yazları sıcak nedeniyle kapı önlerine, bahçelere taşınıyor ve sokaklarda rengarenk görüntülere neden olan “ev eksenli” işlerden haberimiz oluyor böylece. Bir sokağa girdiğinizde üst üste yığılmış kot pantolonları, köşeyi döndüğünüzde yayları takılmaya çalışan oyuncakları, yokuştan aşağı indiğinizde içi doldurulan kalemleri, biraz daha devam ederseniz tek parça haline getirilmeye çalışılan mandalları görebilirsiniz. İşlerin çeşitliliği karşısında hayrete düşmemek mümkün değil. Ama daha ilginç olanı, kadınların bu işleri komşusundan görerek yapmaya başlamaları ve böylece adeta her sokak ya da mahallenin tek bir iş yapar hale gelmesi. Bu nedenle sokaklar belli bir in yapıldığı açık hava atölyeleri kimliğine bürünüyor. Kadınlar kendi aralarında, “kot pantolon sokağı”, “santraç taşı sokağı” diye bahsediyor sokaklardan.

İşyerlerinin favorisi kadınlar
Fabrikalar elde yapılması gereken küçük ler için atölyelerinde işçi istihdam etmektense, bu işleri ev hanımlarına, parça başı üzerinden fiyatlandırarak vermeyi tercih ediyorlar. Fabrikayla bire bir dağıtımcı muhatap oluyor. Dağıtımcılar bu için bir dükkan kiralayarak büro haline getiriyor. Üzerinde çalışılacak , fabrikadan büroya, bürodan da kamyonetlerle ev hanımlarına dağıtılıyor. Her mahalle ya da sokakta irtibatta olunan ve malların teslim edildiği bir kişi bulunuyor. Bu kişi sokak ya da mahalledeki dağıtımı organize ediyor. Malların teslimi ve ücret alımı aynı kişiler üzerinden sağlanıyor. Son günlerde ise bazı belediyeler gelir düzeyi düşük vatandaşların bu leri yaparak artı bir gelire kavuşabilmesi için bir dağıtımcı gibi aracılık yapmaya başladı.

Evde çalışmanın avantajı
Bu sistemle çocuklarını bırakacak kimse olmaması nedeniyle çalışamayan, ya da eşi izin vermediği için aktif çalışma hayatı içine giremeyen kadınlar evlerinden çalışma imkanı buluyor. Kadınların aile gelirine katkıları olduğu gibi, ekonomik bağımsızlıklarını da kazanma imkanı buluyorlar. Bu şekilde evinden çalışarak para biriktirip ev sahibi olduğu söylenen kadınlar bile var. Sokakta, evlerde ya da bahçelerde bir araya gelerek aynı işi yapan kadınlar sosyalleşiyor, birlik ve beraberlik duygusu geliştiriyor.

Çok iş az para
Genelde parça başı yapılan işlerin ücretleri çok düşük. Kadınlar uzun mesai saaatleri harcamalarına rağmen, sigortaları yok. İşin sürekli olup olmayacağı belli değil. Evde çalışıldığı için mesai kavramı yok. Bu her ne kadar avantaj gibi görünse de genelde kadınlar gece geç saatlere kadar çalışmak zorunda kalıyor.

Semra Karabulut:

İki senedir yapıyorum bu işi. Komşum yapıyordu, ondan gördüm. Ben de istedim, yapmaya başladım. Dışarıda çalışmanın geliri daha iyi ama çocuklarım var. Onları bırakamam. Mecbur böyle çalışıyoruz. Bu bir de evde temizlik falan derken 24 saat çalışıyoruz desek yalan değil. Geliri az ama işte yapmak zorundayız. Dışarıdan kolay gibi gözüküyor ama zor, emek işi.

Feride Dinç
3 senedir çalışıyorum. Yerleri evin arka sokağında. Gidip oradan alıyoruz. Sokakta herkes birbirinden gördü, öyle öyle yayıldı. Geliri çok iyi değil ama senden beş milyon alsam geri istersin. Bu işte kazanabildiğim kadar kazanıyorum, kendi param. Boş durmaktan iyi.

Ebru Baydemir:
Ben daha önce yapıyordum ama gözlerimden rahatsız olduğum için bıraktım. Biraz da yorucu olduğu için. Şimdi arkadaşıma yardım ediyorum. Parası az ama bizim için bir katkı sağlıyor. Nasır bağlıyor, patlıyor ellerimiz. Eşim beni çalışmak için dışarı bırakmıyor. Bize güvenleri sonsuz ama ne de olsa dışarıda olanları görüyoruz. Bizim için de daha rahat. Mesela şimdi canım çay istese, elimden bırakırım, gidip çayımı yapıp içerim. Uykum gelse yarım saat, bir saat yatar uyurum. Başka bir yerde çalışsan onu yapamazsın.

Aysel Yıldız:
10 senedir bu işi yapıyorum. İlk başlangıçta dağıtan adam kendi geldi ister misiniz diye. Ben de aldım yaptım. Gece 12'ye 01'lere kadar çalışıyoruz. Bazen eşlerimiz de yardım ediyor. Çok memnun değilim ama geçim dünyası. Ne de olsa bize bir katkı sağlıyor. Hem patron derdi çekmiyoruz.

Geçinebilmek için başladı, iş sahibi oldu
Dilara Pütkül ihtiyacı olduğu için başladığı boncuk işleme sektöründe dağıtımcı olmuş. Şimdi İstanbul'un dört bir yanındaki evlere boncuk işi dağıtıyor. Bu işe nasıl başladığını şöyle anlatıyor. “1982 yılında maddi imkanım olmadığı için boncuk işlemeye başladım. Çocuğum astım hastasıydı. İki buçuk sene hastanelerdeydik, evimiz kiraydı, ikinci bir çocuğum vardı. Bir komşum boncuk işliyordu, Allah razı olsun, ondan gördüm. Ben de yapmaya başladım. İşimizi yapınca hemen paramızı alıyorduk. Nasıl oldu anlamadık birden büyüdük.”

Bu aileleri ayakta tutuyor
Dilara Hanım, evde yapılan bu işlerin kadınlara katkılarını birinci elden görenlerden. “Biz burada nelerle karşılaşıyoruz. Kışın buraya giremezsiniz (bürosunu kastediyor) kalabalıktan. Çocuklar yanlarında, sırtlarında hırka, ayaklarında terlikle gelirler. İstanbul hep göç zaten. İki üç aile bir araya oturuyorlar. Eşleri iş buluyor. Hanımlar gündeliğe gidiyorlar, akşamları da boncuk işliyorlar. Bu şekilde çalışarak ev sahibi oluyorlar. Boncuk işleyerek ev sahibi olan, çocuklarını okutan, ev geçindiren kaç tane kadın biliyorum. (gözleri doluyor) Bu işler belki çok para kazandırmıyor ama en azından onları ayakta tutuyor.”

Adil Işık bütün müdürlerini bize gönderdi
Dilara Hanım firmaların fiyatları düşük tutmasından ve ev hanımlarına daha fazla ücret ödeyememekten şikayetçi: “Firmalara sorsanız “evde oturuyorlar, işleri mi var zaten, yapsınlar” diyorlar. “İşe gidip arabaya mı biniyorlar? Bir masrafları mı oluyor” Ama göz nuru dökülüyor bu işlere. Göz gidince bir daha geri gelmiyor. Hepimiz çift gözlük kullanıyoruz. Bürolarında Adil Işık'ın işlerini yaptıklarını anlatan Pütkül, büyük firmalar arasından bu sektörü önemseyen tek firmanın Adil Işık olduğunu belitrmeden yapamıyor. “Adil Bey bir gün bir otobüse, muhasebe müdürlerine varıncaya kadar, bütün müdürlerini doldurmuş, bize yolladı. Gidin görün bakalım, para nasıl kazanılıyor diye. Halkla ilişkileri çok kuvvetlidir Adil Bey'in.

Giyip bir de fotoğraf çekiliyoruz
Ünlülere yapıp yapmadığını soruyoruz Dilara Hanım'a, Adil Bey'in aldığı işleri yaptıklarını belirtiyor. Gelinim olur musun gibi yarışmaların kıyafetlerini ve Seda Sayan'ın programının kıyafetlerinin işlemelerini onlar hazırlamış. Hiç giyemeyecekleri kıyafetleri hazırlamanın kadınları nasıl etkilediğini soruyoruz ve çoğunun evde giyip fotoğraf çektirdiğini öğreniyoruz. Hatta bir tanesi düğünde giymiş. “N'apsınlar çalsınlar mı? Öyle bir elbiseyi hayat boyu nerede görsün.” diyor Dilara Hanım.

Nerede ne yapılıyor
Ev eksenli işler bir çok şehirde yapılıyor ama fabrika ve sanayi bölgelerinin çokluğu nedeniyle, İstanbul bu açıdan tam bir cennet. Semtin civarında hangi sektör ağır basıyorsa, evlerde yapılan ler de o sektöre yakın oluyor




  • Vefa'dan Eminönü'ne inen Küçükpazar yokuşlarında kıyafetlere iliştirilen markalar hazırlanıyor. Üst taraftaki sokaklarda da kemer ve oyuncak parçaları birleştiriliyor.



  • Eyüp'te Nazperver Sokağında Kurdele bağlanırken, Babahaydar'da Eşarp dikiliyor. Atmaca Sokak Ruj kapağı üzerine uzmanlaşmış. Kanatlı'da ayakkabı boyası kutularının parçaları birleştirilirken, Nişanca bölgesinde ise ayakkabıların elle dikilmesi gereken bölümleri hazırlanıyor. Açıkel santranç takımı hazırlıyor. Defterdar marka basıyor.



  • Esenler'de kağıt alışveriş çantaları katlanıyor, mandal monte ediliyor, kalem içi dolduruluyor, tekstil eşyalarının iplikleri temizleniyor.



  • Bağcılar Kirazlı bölgesinde kot pantolonların ve tişörtlerin üretimden kalan iplikleri temizleniyor, kalemlerin iç bölümü dolduruluyor. Sancaktepe'de kazakların fazla iplikleri temizleniyor.



  • Zeytinburnu Merkezefendi Cami civarında mandallar monte edilirken, biraz daha iç bölümlerinde kağıt alışveriş çantaları katlanıyor.



  • Unkapanı kalem içi dolduruluyor, örme kemerler hazırlanıyor.





  • Esenler'de tekstil ürünlerinin ipleri temizleniyor. Boncuk işleme İstanbul'un her yanına dağılmış durumda. Balat'ta kapısının önünde gelinlik üzerine boncuk işleyenden tutun, Mevlana Kapı'da televizyon programlarında kullanılacak kıyafetleri işleyene kadar geniş bir yelpaze var boncuk piyasasında.



  • Candybags Ev Yapımı Çantalar Marka Oldu

    Banu Özer Eren. Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi Tekstil tasarımı mezunu. Bir süre deri konfeksiyon sektöründe tasarımcı olarak çalıştıktan sonra, Candybags projesi ile kabus dolu ofis günlerini geride bırakıp, kendi işini yapmak üzere yola çıktı. Şeker çantaların sloganı: Senin çantan, senin hikayen…O da biricik…Tıpkı senin gibi… Banu hanım 2006 yılından bu yana, sadece birer adet ürettiği, birbirinden farklı hikayelere sahip çok özel şeker çantalar tasarlıyor.

    Bir kitabı sesli okuduğunuzda, masal kahramanlarının, kitaptan çıkarak gerçek olduğunu düşünün. Geçen yıl vizyonda olan Inkheart: Mürekkep Yürek filmi tam da böyle sahneleri beyazperdeye taşıyordu. Candybags'in üzerindeki her biri başka bir ifadeyi taşıyan şeker kızları, küçük kuşları, naif yaprakları her gördüğümde nedense bu film geliyor aklıma. Banu Özer Eren’in dikiş makinesinin gürültülü sesini duyduğu anda, eskiz defterinin yapraklarını aralayan ince zarif görünümlü kızların, defterden çıkarak kumaşa ve keçeye büründüğü ve birer şeker çantaya dönüştüğünü hayal ediyorum. Bu içinde hikayelerin saklığı olduğu çantaların tanımlanamayan bir çekiciliği var…

    Banu Özer Eren ile candybags’in başarısı ve evden çalışmak üzerine sıcacık bir söyleşi yaptık. Banu’nun homeofis çalışarak kazandığı başarıyı sizlerle de paylaşmak istedik…

    Eskiz defterinizin yaprakları çalışma odanızdaki masanızda kıpırdamaya başlıyor. Evinizdeki tek kişilik atölyenizde, dikiş makineniz çanta kahramanlarının kulağına hangi hikayeyi taşıyacağını fısıldıyor.Bütün bu özel tasarımlar sahibini bulmak için evinizden, internete taşınıyor. Peki evde çalışmak size nasıl bir duygu veriyor? Evde çalışmayı tercih etmenizin ilk sebebi neydi?

    Her şey, el yapımı, tek üretim çantalar yapmaya karar vermemle başladı.
    Böyle bir projeyi neden hiç tanımadığım bir atölyeye ya da bir işletmeye götürecektim ki! Başından sonuna ben yapacaktım!
    Yapmasına yapacaktım da nasıl??
    Sıcacık güzel bir evim vardı evet, dikiş makinem de vardı, malzeme için gideceğim adresleri de daha önceki iş tecrübelerimden biliyordum da hiç dikiş dikmeyi bilmeyen ben bu projeyi nasıl hayata geçirecektim?
    Yaptım yaptım söktüm, kızdım kızdım güldüm, beğenmedim attım.
    Şimdi buralara kadar geldim.
    Buralara kadar gelmemdeki en önemli kişi, en büyük destekçim harika eşim ve tabiî ki çok sevdiğim ailemdir.
    Buralara kadar gelmemdeki en önemli yer evimdir.
    Hala başka bir firma bünyesinde çalışıyor olsaydım böyle bir projenin sahibi olamazdım.
    İşte evde çalışmak böyle bir şey.
    Eviniz kalenizdir!

    Çizimleri yaptığınız ve çantaları diktiğiniz çalışma ortamınızda nasıl bir düzen tutuyorsunuz? Dağınıklıklar içinde bir düzenle mi çalışırsınız yoksa herşeyin yeri belli, derli toplu olmayı mı seversiniz?

    İşte o benim için işin en zor kısmı. Yani düzen içinde çalışabilmek, çalışma odamın dağılmaması mümkün değil. Çünkü modeli yaparken aklıma bir şey geliyor ve o anda onu ekleyebiliyorum. Bunun için de birçok malzemeyi ortaya çıkarıp kurcalamam aradığım şeyi bulmam ya da yapmam gerekiyor. Ve tabii ortaya çıkan tasarımın heyecanından modeli bir an önce bitirmek istediğim için çıkartmış olduğum kutular, kumaşlar, torbalar her yere dağılmış oluyor.
    Ne zaman çalışmam bitiyor işte o zaman tatlı cadı Samantha gibi bir çırpıda ortalığı topluyorum.
    Gerçi bazı akşamlar odama girip çalışıyorum. Evinizde çalıştığınızda mesai saati diye bir şey olmuyor.

    Bir çantayı hayal edip, üretimini tamamlamak ne kadar vaktinizi alıyor? Mesaili çalışır gibi sabah kalkıp kumaşlarla dolu masanızın başına oturuyorsunuz musunuz?

    Dediğim gibi evde çalışmak demek 24 saat çalışmak demek. Her an aklıma bir şey gelebiliyor ve kalkıp çizimini yapıp, kumaşlarının kombinasyonunu yapabiliyorum. Her sabah erken saatte işimin başındayım. Apartman dairesinde oturduğumuz için makinemi erken saatlerde çalıştıramıyorum. Genellikle çizim ve kesim işlerimi hallederim. Sonrasında modeli dikmek, son rötuşlarını, ütüsünü yapmak, fotoğrafını çekip, bilgisayara aktarmak, teknik özelliklerini yazmak, daha sonra da web siteme yüklemek…
    Modelin üzerindeki hikayeye, aplike işinin ağırlığına göre çalışma saatlerim değişiyor tabii ki. Ama bir ürünle bir gün uğraştığımı söyleyebilirim.

    Dikiş dikmekten, yeni çantalar için fikir üretmekten yorulduğunuzda evin içinde en çok neyi yapmayı seviyorsunuz?

    Hemmen mutfağa gitmeyi! Yemek yapmayı çok seviyorum. Güzel sofralar kurup keyifli vakitler geçirmeyi…
    Playstation oynarım. (fena da oynamam:) )
    Onun dışında çizim defterimi ya da kitabımı alıp sahile gitmeyi seviyorum.
    Çoğunlukla kitap, oyun, dvd satan yerlerde vakit geçiririm Ve hemen işimin başına dönerim çünkü gördüğüm ve almayı istediğim birçok kitap, film ve oyun çıkmıştır!
    Para kazanmak lazımdır

    Kumaşları temin etmek için nerelere gidiyorsunuz? Çantalarda kullandığınız diğer aksesuarlar için alışverişe çıktığınızda, bir gününüz nasıl geçiyor?

    Keçelerimi yıllardır aynı toptancıdan alırım. Çok sık gitmem çünkü gittiğimde çok metrajlı alırım. Çünkü en çok kullandığım malzemedir.
    Denim kumaşlarımı Türkiye’nin ( hatta dünyanın ) en iyi denim kumaşı üreten firmalarından temin ediyorum.
    Onun dışında desenli, düz cotton kumaşlarım için çok gezerim. Çok farklı yerlerden alırım. Kupon çalıştığım için parça kumaş alırım. Çünkü o kumaşı bir daha kullanmam. Bu benim için hem keyifli hem de kolay. Keyifli olmasının nedeni, her seferinde bambaşka bir kumaşı, deseni, rengi seriyorum çalışma masama. Bu da tekdüzelikten uzak, yeni bir model yapma hevesiyle dolu bir ruh hali anlamına geliyor.
    Kolay olmasının nedeni ise çalıştığınız kumaşın devamını bulmak zorunda değilsiniz. Üretici firma o kumaşı bir daha üretmeyebilir ve siz de “neden üretmedin? benim çanta siparişlerim ne olacak??” kavgasına girmezsiniz.
    Kısacası malzeme alışverişi günlerim yepyeni heyecanlar ve heveslerle dolu geçiyor. Sadece “İstanbul neden bu kadar büyük? Neden bir an önce eve gidip yeni kumaşlarımla çalışamıyorum ??” diye sabırsızlanmaktan başka bir sorun yok.

    2006 yılından bu yana bir çok dergide, bir çok internet sitesinde mycandybags’i görüyoruz. Hem sizin hikayeniz hem de çantaların hikayesi herkesin ilgisini çekiyor. Bunca zamandır mycandybags’e olan ilgiyi canlı tutmayı nasıl başardınız?

    Nasıl canlı olmasın ki? Her hafta bambaşka, yepyeni modeller! Her çanta sıfırdan yepyeni bir tasarım.
    Daha öncekilerin tekrarı olmayan, yine sayfasını açtığınızda sizi gülümseten yeni bir model.
    İşte bu, benim candybags fikrine inanmamı, o projenin 2006’dan buralara ve daha ilerilere gideceğine inanmamı sağlayan en önemli şeydi. Yani çantaların tek üretim olması. Bi tane işte! Başka yok, başka kimsede yok.
    Bu benim müşterilerime, web sitemin takipçilerine verdiğim en önemli güvence. Ve bu güvence onların bıkmadan usanmadan “bu hafta nasıl modeller var? bu hafta neler yapmış?” merakını canlı tutan. Sonrasında web sitemde yorumlarda da yazdığı gibi çantaların işçiliği, yapılışındaki özen onların çantalarımı, web sitemi takip etmelerinin diğer nedenleri.

    Şimdiye kadar kaç tane şeker çanta ürettiniz, hiç merak edip saydınız mı? En azından kaç gardropta şeker çanta vardır hiç düşündünüz mü?

    Sayısını hiç bilmiyorum ama yüzlerce…
    Yüzlerce çanta, yüzlerce hikaye ve yüzlerce gardırop
    Keşke daha daha çok olsa. Daha çok candybags olsa…
    Keşke daha çok kişiye ulaşabilsem, keşke daha çok kişi hikayesini omzuna takıp gezse
    Keşke daha çok kişi çantasına her baktığında, her dokunduğunda gülümsese…

    Çantayla başlayan candybags yolculuğunuza zamanla bez bebekler eklendi, sonra ev koleksiyonu geldi. takipçilerinzin talepleri miydi bunlar, yoksa siz mi yeni şeyler denemek istediniz?

    Candydolls ve Candyhome kategorileri kimsenin haberi olmadan mycandybags.com vitrininde yer aldılar.
    Eminim herkes (ki gelen tepkiler de öyle) bu ürünleri görünce bayağı şaşırdı. Bu yeni “şekerler” devamının gelmesini çok istediğim ürünlerdi. Fakat inanılmaz zor ve vakit alan çalışmalardı.
    Candydolls çok keyif alarak yaptığım bir projeydi. Bu bebekleri yapmamın nedenleri vardı aslında.
    Eskinin bez bebeklerinin yerini şimdilerde malzemelerinde fazlasıyla kimyasal madde olan, çocukların bir süre sonra bıkıp bir kenara attığı, manevi bir yönünün olmadığını düşündüğüm piyasa oyuncaklarının almasıydı.
    Hepimiz bez bebekle büyüdük. Onların elinden tutarak gülümsediğimiz birçok fotoğrafımız vardır.
    Yurtdışında el emeğine verilen değer, önem bildiğiniz gibi inanılmaz boyutta. Öyle ki kendileri bez bebek yapan sanatçıların desteklediği (ki ben de bu projeyle bunu biraz olsun canlı tutmaya çalışıyorum) şöyle bir oluşum var:
    “Save Handmade Dolls”
    Buna katılmamak elde değil öyle değil mi?

    Son yıllarda tasarıma ve farklı şeyler üretmeye yoğun bir heves var. Blog dünyasında sayıları giderek artan marifetli hanımların kendilerine özgü çanta ve aksesuar tasarımlarına sıkça rastlıyoruz. Sizin de ilginizi çeken severek takip ettiğiniz, adı pek duyulmamış tasarımcılar var mı?

    Kişi ya da tasarımcı olarak değil ama tabii takip ettiğim bazı siteler vardı. Ama çok uzun zamandır yoğunluktan onlara da bakamıyorum. Mesela DaWanda ve Etsy’yi beğenirim. Tasarımın ve el yapımı olan her şeyin kalbinin attığı sitelerdir.
    Flickr’ı samimiyetinden dolayı çok severim.Tabii bu samimiyetin suiistimal edildiğine de rastlıyoruz çoğu zaman. Bir şeyler üretmeye heves var, evet dediğiniz gibi. Heves olsun, üretim olsun, girişimcilik olsun. Hepsi olsun ama yeter ki özgün olsun! Internet inanılmaz bir kaynak ve bu kaynağı çok farklı amaçlarla kullanan kişilere de rastlamıyor değiliz. Eğer kişi kendine ve hayal gücüne inanırsa karşılığını mutlaka alır. Ama onun dışındaki yollar çıkmaz sokaklardır. Internetin sonsuz olanakları emek hırsızlığını da doğurmuştur. İşte o yoldan gidenler çıkmaz sokaklara ulaşırlar.

    Sadece kendi adresinizde satış yapıyorsunuz. Daha çok kişiye ulaşmak için başka satış kanallarında yer almak istemediniz mi hiç? Bundan sonra da örneğin açık arttırma siteleri ya da fiziksel mağazalarda bu şeker çantaları göremeyecek miyiz?

    Birçok ürünü satan “corner”larda yer almak işe ilk başlama sırasında iyi bir adım. Ama ben direkt olarak internette kendi dükkanımı açtım. Evet, bu fazla cesur bir hareketti. O dükkanı açtığım gibi kapatabilirdim. Ama basının web sitemi hemen fark etmesiyle ilgi arttı, arttı, arttı…Ve hemen yasal işlemleri de halledip “candybags”i şirketleştirdim..

    Sonrasında çantalarımı kendi vitrinlerinde sunmak isteyen birçok büyük “corner” site oldu fakat ben hep çantalarımı kendi sitemde satışa sunmayı tercih ettim.Fiziksel mağazalara gelince, önceleri Nişantaşı ve Taksim’de farklı mağazalarda candybags çantaları (kısa bir süre için) satışa sunuldu.Fakat bu çantaların bir başka özelliği de alıcıya tamamen sürpriz olması. Internette görüyorlar, satın alıyorlar, şeker çantaları çok güzel bir paket içinde adreslerine ulaştığında çok güzel bir sürpriz ve (sanırım) ilk bakışta aşk oluyor

    Günün birinde güçlü bir marka kapınızı çalsa ve mycandybags’i onlar için üretmenizi istese ne cevap verirdiniz? Gelecek için böyle hayalleriniz var mı?

    Elbette!!!
    Aslında istediğim de bu!
    Candybags (tabiri caizse) kapış kapış giden, (artık) satış kaygısı olmayan bir tüketim ürünü haline gelmiş durumda.Ve önü çok açık bir proje. Çantayla başlayıp, atkı, eldiven, şapkayla ve hatta etekle ve diğer tüm giyecek gruplarıyla devam edebilecek konsept bir fikir.
    Ve “candybags”i bir aileye dönüştürmek çok keyifli olacaktır. Tabii bunun için daha farklı bir oluşuma ihtiyaç var. O da nedir? Atölye çalışmasıdır. Daha seri üretim yapabileceğimiz bir ortamıdır.
    Umarım bir sonraki adım bu olur. Hikayelerimi çok daha kapsamlı ürün gruplarında çok daha fazla kişiye ulaştırabilirim.

    6 Ağustos 2010 Cuma

    El Sanatları Köyü

    Folklorik zenginliğimiz yabancı ziyaretçilerin büyük ilgisini çekiyor. Turizmin anayolları üzerinde kurulacak çok renkli "geleneksel sanat köyleri" büyük ilgi odağı olabilir...
    TURİZM çeşitliliği açından giderek gelişen ülkemiz, sıra dışı işlere imza atmaya devam ediyor. En büyük eksiğimiz geleneksel sanatlarımızı yeterince gösterememek. Türkiye'ye gelen bir turist 'çinicilik', 'telkari işlemeciliği', 'halı kilim dokumacılığı', 'çancılık', 'kakmacılık', 'sedefkârlık' gibi onlarca geleneksel imalatın ürünlerini ancak turistik mağazalarda görüyor.
    Oysa yılların geleneğinden süzülerek gelen bu üretim dallarının oldukça basit işliklerde nasıl üretildiğini göstermek tam bir turistik faaliyet...

    BATIDA ÖZGÜN ÖRNEKLERİ VAR

    Örneğin, Amerika gibi geleneksel turizmden fakir ülkeler bile otantik ürünlerin imalatını ziyaretçilere göstererek prestij sağlıyor ve kitlesel ilgi uyandırıyor. 'Kızılderili el sanatları', 'cam vitray atölyeleri' ve 'akçaağaç şekerleme ürünleri' gibi imalathaneler kilometrelerce uzaktan insanları çekiyor, eski devirlerin yalın inceliğine götürüyor.
    Anadolu gibi dünyanın en gelişmiş el sanatları coğrafyasında maalesef birkaç örnek dışında tüm geleneksel el sanatlarımızı öğreterek gösteren bir 'turizm kompleksi' yok gibi. Bir ulusun kültür mirasını sergileyen bu sanat türü, ancak imalat şekli görüldükten sonra anlam kazanıyor. Bu açıdan turizmin anayolları üzerinde kurulacak "Anadolu el sanatları köyü" (geleneksel sanatlar köyü) her düzeyden turistin ilgi odağı olmaya aday.
    Önemli olan, giderek sayıları azalan 'ustaları' bulup istihdam yaratmak ve onların yetiştireceği 'genç öğrencilerle' yola devam etmek.

    YOL BOYLARI BİÇİLMİŞ KAFTAN

    Eğer bir örnek vermek gerekirse; Antalya, Alanya, Bodrum, Marmaris, Çeşme civarında kurulacak 'geleneksel sanat köyleri' aynı anda çok sayıda geleneksel sanatın nasıl gerçekleştiğini ziyaretçiye gösterecek, büyük ilgi çekecektir. Bu köyler yine kendi alanının mimarisine uygun inşa edilecek 'işliklerde' hem imalat hem de gösteri amaçlı işler sergilenecek.
    Tesisleri ziyaret eden bir turist 'Erzurum oltu taşı'ndan bir küpenin nasıl yapıldığını görecek, 'Rize bezi'nin nasıl dokunduğuna şahit olacak. Hatta oturup üretimi kendi deneyecek. Hızlı bir ticaret imkânı da yaratan 'küçük işlikler' tıpkı geçmişin derinliklerine bir seyahat gibi bir şey. Burada hem öğrenmek hem de görerek öğretmek var. Yapılan iş ister 'kalaycılık' olsun, isterse bir 'baston imalatı'... Esasen tüm geleneksel sanatların işlik olarak küçük bir örneğini kurmaya kalkarsanız önünüze tam 120 seçenek çıkıyor. Böylesine zengin otantik kültürü yaşatmak gerek.

    HER AŞAMASINI YAŞADIĞINIZ BİR ÜRÜN...

    Bu iş batıda hem 'seyirlik' hem de 'ticaret' amacıyla yapılıyor. Örneğin Fransa'da, 'geleneksel çikolatanın hangi koşullarda üretildiğini görenler' en azından 'göz önünde üretilen' ürünü satın almak zorunda kalıyor. İngilizlerse en ilkel 'viski imalatını' birer turistik gösteriye dönüştürüyor. Kısacası el sanatlarının en ilginç örneklerini kapsayan 'geleneksel sanat köyleri' cazibe merkezi olmaya aday.
    Önemli olan, sistemin fuar yapılanması şeklinde değil, tamamen 'nostaljik dokuya uygun' inşa edilmesinden geçiyor. Ne kadar çok orijinallik o kadar çok ilgi! UNUTULMAYA YÜZ TUTMUŞ İŞLER Yapılacak işler arasında hem kolay hem de zor olanlar var. Ama sonuçta marka ve sınaüretim yok. Hemen her şey el emeği, göz nuruna dayanıyor. Eğer iyi planlanmış tarihi bir atmosfer yaratılabilir ve özel mekânlar inşa edilebilirse ilgi artacaktır. Klasik el sanatları dışında çok ilgi görecek işlikler şunlar: 'Gömme süs işleri', 'eski kakma sanatı', 'Anadolu işi renkli camlar', 'taş yontuları', 'orijinal sırma ve nakışlar', 'eski dokumalar', 'geleneksel saraçlık ve yemenicilik', 'dövme bakırcılık', 'kuyum ve minecilik', nargile imalatçılığı' gibi çok sık rastlanılmayan sanat değeri yüksek el işleri...
    'Geleneksel Anadolu el sanatları' projesini tek başına bir girişim olarak ele almak düşünülebileceği gibi, turistik karayollarımızın belli noktalarında 'zincir' haline getirmek de mümkün.

















    Müşterilerinize Mal veya Hizmeti Bedavaya Sunarak Para Kazanma Yöntemi...

    Wired dergisi editörü Chris Anderson’un ilk kitabı Long Tail (Uzun Kuyruk) kısa zamanda elektronik ticaret konusunda en çok referans verilen teorilerden birini ortaya çıkardı. Bu konudaki literatüre ben de bir blog yazısı ile katılmıştım. Anderson’un yeni kitabı Free (Bedava) geçtiğimiz ay ismi gibi ücretsiz veya ücretli birçok kanalda piyasaya sürüldü. Kitabı İnternet üzerinden okumak isteyenler burada bulabilirler. Anderson son kitabında bizi gitgide dijitalleşen yeni dünyanın yeni fiyatı ile tanıştırıyor: bedava. Hatta negatif fiyat kavramını dahi ekonomi teorisinin tozlu kitap raflarından alıp birkaç örnekte önümüze koyuyor. Eticaret konusunda farklı projeler geliştiren tüm profesyonellerin ve girişimcilerin bu bol örnekli kitaptan önemli şekilde faydalanacağını düşünüyorum.
    Bu kitapta üzerinde durulan bir diğer konu ise dijitalleşme ile birlikte artık klasik ürün ve hizmet satışı modeli yerine farklı ticari modellerin oluşmaya başlaması. Birçok müzisyenin albümlerinin CD’ler şeklindeki satışlarının düşüşe geçmesi ile suçu tamamen İnternet üzerinden paylaşım konusuna atmaları, aslında net bir gerçeği görmemizi engelliyor: her geçen yıl müzik endüstrisinin dünyada yarattığı katma değer artmaya devam ediyor. Bir başka ifade ile müzik üzerinden sadece albüm satış gelirleri ile oluşturulan toplam değer, yeni dinamiklerle gelişiyor. Şatafatlı konser turları, özel promosyonlar ve pop star yarışmaları gibi bambaşka mekanizmalar, müzik endüstrisinin ana öğeleri haline dönüşüyor...
    Chris Anderson, kitabında mal veya hizmeti ücretsiz vererek para kazanılabilecek 50 iş modelini listelemiş. Ben burada en çok ilgimi çeken 10 tanesini listelemek istedim:

    •Yazılımı ücretsiz hale getirip donanım satışı gelirlerini arttırmak (Linux destekli IBM)

    •Albümü İnternet’ten ücretsiz dağıtıp konser ve promosyon gelirlerini arttırmak (Prince, Coldplay, Radiohead)

    •Ürünleri ücretsiz hale getirip reklam gelirlerini arttırmak (Google)

    •Çocukların katılımından ücret almayıp ebebeynlerin seçimini etkileyerek gelirleri arttırmak (Tatil Köyleri)

    •Ürünü iki aşamalı oluşturup temel versiyonu ücretsiz şekilde kullanıma açıp gelişmiş versiyondan gelir elde etmek (Apple Quicktime)

    •Ürünün iki fonksiyonunu iki versiyon haline getirip bir versiyonu ücretsiz şekilde kullanıma açıp diğer versiyondan gelir kazanmak (Adobe)

    •Belli konuşma / fatura tahahütü veren kişilere ücretsiz cep telefonu vermek (Telekom operatörleri)

    •Demo versiyonunu ücretsiz olarak kullanıma açıp orjinal ürünün satış gelirlerini arttırmak (Bilgisayar oyunu üreticileri)

    •Ürün içerisine sürpriz bir ücretsiz hediye ekleyip ürün satışlarını arttırmak (Kinder Surprise)

    •İlk üyelikte belli bir tutarı ücretsiz olarak kullanıma açıp kullanıcıların işlemleri tecrübe etmesini sağlayarak gelirleri arttırmak (Gitti Gidiyor)

    Peki sizin en çok beğendiğiniz “ücretsiz satış modeli” hangisi?